ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

101

وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَقْصُرُواْ مِنَ الصَّلاَةِ إِنْ خِفْتُمْ أَن يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوّاً مُّبِيناً

 

101. Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur. Şüphesiz, kafirler sizin apaçık düşmanınızdır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

 

1- Namazı Kısaltmanın Hükmü:

2- Namazın Kısaltılabileceği Mesafe:

3- Namazın Kısaltılabileceği Yolculuğun Türü ve Mahiyeti:

4- Namazı Kısaltmaya Ne Zaman Başlanır:

5- Namazı Kısaltmaya Niyet Etmek:

6- Yolcu Ne Kadarlık Süreye İkameti Niyet Ederse Namazını Tam Kılar:

7- Hz. Aişe İle Hz. Osman'ın Seferde Kasr Etmeyip namazlarını Tam Kılmalarının Sebepleri:

8- Kasr'ın Mahiyeti ve Sünnetteki Uygulamaları:

9- Korku Halinde Namaz:

10- Düşman Kafirlerin Fitneye Düşürmesi ve Arap Dilinde Fitne Kelimesinin Kullanılışı:

 

1- Namazı Kısaltmanın Hükmü:

 

Yüce Allah'ın: "Sefere çıktığınız" buyruğu, yolculuk yaptığınız "zaman" demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

İlim adamları, yolculuk halinde namazı kısaltmanın hükmü hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bir topluluktan, bunun farz olduğu görüşü rivayet edilmiştir. Bu, aynı zamanda Ömer b. Abdulaziz'in, Küfelilerin, Kadı İsmail'in ve Hammad b. Ebi Süleyman'ın görüşüdür. Bunlar görüşlerine, Hz. Aişe'nin rivayet ettiği şu hadisi delil göstermektedirler: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılınmıştır. .. "

 

Şu kadar var ki, bizzat Hz. Aişe'nin bu hadise muhalefet etmesi dolayısıyla bu hadisin bu görüşe delil olacak tarafı yoktur, Çünkü Hz. Aişe yolculukta namazı tam kılardı. Bu ise, delil olarak bu görüşü zayıflatmaktadır. Diğer taraftan değişik bölgelerin fukahası bu hadisin, yolcu olan kimsenin mukimin arkasında namaz kılması halinde itibara alınacak bir asıl delil olmadığı üzerinde icma etmişlerdir. Hz. Aişe'den başka Ömer, İbn Abbas ve Cübeyr b. Mut'im gibi ashab ise bunu şöyle rivayet etmişlerdir: "Namaz ikamet halinde dört rekat olarak, yolculuk halinde iki rekat olarak, korku halinde ise tek rekat olarak farz kılındı". Bunu Müslim, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. 

 

Diğer taraftan Hz. Aişe'nin rivayet ettiği bu hadisi, İbn İcla'n, Salih b. Keysan'dan, o, Urve'den, o da Hz. Aişe'den şöylece rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.), namazı ikişer rekat olarak farz kılmıştır. el-Evzai ise bu hadiste, İbn Şihab'dan, o, Urve'den, o da Hz. Aişe'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah namazı, Resulullah (s.a.v.)'a ikişer rekat olarak farz kıldı. (S)

 

Bu ise hadiste bir ızdıraptır. Diğer taraftan Hz. Aişe'nin: "Namaz ... farz kılındı" tabiri zahiri üzre değildir. Çünkü akşam ve sabah namazları bunun dışındadır. Zira akşam namazına ne bir rekat ilave edilmiş, ne ondan bir şey eksiltilmiştir. Sabah namazı da böyledir.

 

İşte bütün bunlar hadisin senedini değil de metnini zayıflatmaktadır. İbnü'l-Cehm'in naklettiğine göre, Eşheb, Malik'ten namazı kısaltmanın farz olduğunu rivayet etmektedir. Ancak, Malik'in mezhebinden ve arkadaşlarının çoğunluğu ile selef ile halefe mensub ilim adamlarının çoğunluğundan nakledilen görüş, namazı kasretmenin sünnet olduğudur. Şafii'nin görüşü de budur. İleride Yüce Allah'ın izniyle açıklanacağı üzre sahih olan da budur. Bağdadlı Maliki mezhebi alimlerinin genellikle kabul ettikleri görüş ise bunun, muhayyer bir farz olduğudur, Aynı zamanda bu, Şafii'nin arkadaşlarının da görüşüdür.

Diğer taraftan hangisinin daha faziletli olduğu hususunda ise ihtilaf etmişlerdir. Kimisi, kasretmenin daha faziletli olduğunu söylemiştir ki bu, el-Ebheri'nin ve diğerlerinin görüşüdür, Tam kılmanın daha faziletli olduğu da söylenmiştir ve bu Şafii'den de nakledilmiştir, Maliki mezhebinden Ebu Said elFervi'nin naklettiğine göre, Malik'in sahih olan görüşü, yolcunun namazı tamamlamak veya kasretmek hususunda muhayyer olduğu şeklindedir.

 

Derim ki: İşte Şanı Yüce Allah'ın: "Namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur" buyruğundan zahir olarak anlaşılan da budur. Şu kadar varki Malik, -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kasretmenin müstehab olduğunu kabul eder. Aynı şekilde namazını tamam kıldığı takdirde vakit çıkmadığı sürece namazını iade edeceği görüşündedir. Ebu Mus'ab Muhtasarında, Malik ile Medinelilerden şöyle dediklerini nakletmektedir: Namazı yolculukta kasretmek, erkekler için de, kadınlar için de bir sünnettir. Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Malik, mezhebinde sana bu yeterlidir. üstelik onun: Yolculukta namazını tam kılan kimse, vakit içerisinde bulunduğu sürece namazını (kasrederek) iade eder, şeklindeki görüşünde bir ihtilaf (yani farklı bir görüş) da nakledilmemiştir. Bu şekilde iade ise, anlayan kimselere göre müstehabtır, vacib değildir.

 

Şafii ise der ki: Korku hali dışında namazı kasretmek sünnet ile sabittir. Korku ile birlikte yolculuk halinde namazın kasredilmesi ise, hem Kur'an, hem de sünnetle sabittir. Bununla birlikte dört rekat kılana da birşey gerekmez. Şu kadar varki sünnete uymayı arzulamayarak, yolculukta herhangi bir kimsenin namazını tamam kılmasını sevmiyorum. Ebu Bekr el-Esrem der ki: Ahmed b. Hanbel'e sordum: Kişi yolculukta dört rekat kılabilir mi? Hayır, bu şekilde kılması hoşuma gitmez. Çünkü sünnet olan iki rekat kılmasıdır, dedi.

Malik'in Muvatta'ında, İbn Şihab'dan, o, Halid b. Esid ailesinden birisinden rivayetine göre bu kişi Abdullah b. Ömer'e şöyle sormuş: Ey Abdurrahman'ın babası, biz, Kur'an-ı Kerimde korku halinde kılınacak namaz ile ikamet halinde kılınacak namazı buluyoruz. Fakat yolculuk namazını göremiyoruz. Abdullah b. Ömer şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, şanı Yüce ve mubarek olan Allah, Muhammed (s.a.v.)'ı bize, hiçbir şey bilmediğimiz halde iken peygamber olarak gönderdi. O bakımdan biz onun ne yaptığını gördüysek onu yaparız. 

 

İşte bu haberde, korku olmadığı halde, yolculuk halinde namazı kısaltmanın farz olmayıp, sünnet olduğu belirtilmektedir. Çünkü bu namazdan Kur'an-ı Kerimde söz edilmemektedir. Kur'an-ı Kerimde sözü geçen namazın kısaltılması ise, hem yolculuk, hem de korku halinin birlikte olması halidir. Yüce Allah Kitab-ı Keriminde bu iki şart bulunmadıkça kasrı mübah kılmamıştır. Kur'an-ı Kerimde bunun bir diğer benzeri Yüce Allah'ın: "İçinizden hür olan mü'min kadınları nikahlayacak bir bolluğa güç yetiremiyenler... " (en-Nisa, 25) buyruğudur ki, daha önce bu geçmiş bulunmaktadır.

 

Arkasından Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık tam bir huzur ve güvene kavuşunca namazı dosdoğru kılın." (en-Nisa, 103) Yani, o namazı tam kılın diye buyurmaktadır. Resulullah (s.a.v.) ise, Yüce Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmaksızın, güvenlik içerisinde bulunduğu halde bütün yolculuklarında akşam namazı müstesna, dört rekatlık namazları kısaltarak iki rekat olarak kılmıştır. O halde bu, Peygamber tarafından uygulanmış bir sünnettir. Bu da Kur'an-ı Kerimde sözü edilmeyip, Hz. Peygamberin sünnet kılıp beyan ettiği diğer sünnetler gibi, Yüce Allah'ın hükümleri arasında ayrıca tesbit edilmiş hükümlerdendir.

 

Resulullah (s.a.v.)'a korku bulunmaksızın yolculuk halinde namazı kısaltmaya dair soru soran Hz. Ömer'e: "İşte bu, Allah'ın size sadaka olarak bağışladığı bir ihsandır. O bakımdan siz de O'nun sadakasını kabul ediniz" diye cevap vermesiyle birlikte, Abdullah b. Ömer'in: "Biz, Onun ne yaptığını gördüysek onu yapıyoruz" sözleri, Yüce Allah'ın Kitabında belli bir şarta bağlı olarak bir şeyi mübah kıldığını, sonradan o şeyi bu şart bulunmaksızın peygamberi vasıtasıyla mübah kıldığına delalet etmektedir. Ayrıca Hanzala, İbn Ömer'e yolculuk halindeki namaza dair soru sorunca İbn Ömer: İki rekat kılınır diye cevap vermiştir. Dedim ki: Biz şu anda emin olduğumuz halde mi? Yüce Allah'ın: "Kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız" buyruğu ne olacak? Dedi ki: Resulullah (s.a.v.)'ın sünneti budur. 

 

İşte İbn Ömer, namazı bu şekilde kılmayı sünnet diye nitelendirmiştir. İbn Abbas da böyle. Bunlardan nereye kaçılabilir?

 

Ebu Ömer de der ki: Malik, bu hadisin senedini itiraz edilmeyecek bir şekilde zikretmemiştir. Çünkü İbn Ömer'e bu soruyu soran adamın adını vermemekte ve böylelikle isnaddan bir kişiyi de düşürmektedir. Adını vermediği kişinin adı Umeyye b. Abdullah b. Halid b. Esid b. Ebi'l-İys b. Umeyye b. Abdişems b. Abdimenaftır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

2- Namazın Kısaltılabileceği Mesafe:

 

İlim adamları namazın kısaltılabileceği mesafenin sınırı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Davud (ez-Zahiri) der ki: Namaz, uzun olsun kısa olsun her yolculukta kısaltılır. Velevki bu, cuma namazına gelmeyi gerekli kılan bir uzaklık olan üç millik mesafe olsun. Davud, bu görüşünü ileri sürerken, Müslim'in Yahya b. Yezid el-Hünai'den yaptığı şu rivayete dayanır:

 

Yahya b. Yezid dedi ki: Enes b. Malik'e namazın kısaltılmasına dair soru sordum, o da şöyle dedi: Resulullah (s.a.v.) üç millik bir mesafeye veya üç fersahlık bir mesafeye -tereddüt eden Şu'be'dir- yolculuğa çıktı mı, iki rekat olarak namaz kılardı. 

 

Ancak bu rivayette delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü bu rivayette şüphe sözkonusudur. Bunlardan herhangi birisini doğru kabul edecek olsak dahi bu, namazı kısaltmaya başladığı uzaklığın sınırı olması ve yaptığı yolculuğun bu mesafeden fazla uzunca bir yolculuk olması da muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Kimileri dini oyuncak haline getirerek şöyle demişlerdir: Bir şehrin dışına çıkan bir kimse bununla birlikte hemen namazını kısaltır ve oruç açar. Böyle bir görüşün sahibi, henüz işi bilmeyen acemi birisidir. O, ya arapların neye "yolculuk" dediklerini bilmemektedir. Ya da dini hafife almaktadır. Şayet ilim adamları böyle bir görüşü nakletmemiş olsalardı, ben böyle bir görüşe göz ucuyla dahi bakmaya razı olmaz, kalbimin en uzak köşesinde dahi bunun üzerinde düşünmeye yer vermezdim. Namazın kısaltılacağı yolculuğun sınırı, ne Kur'an-ı Kerimde, ne de sünneti seniyyede zikredilmiştir. Bunun böyle oluş sebebi ise, Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerimle muhatap aldığı araplar tarafından bu kelimenin bilinen, tanınan ve yer etmiş bir manası olması dolayısıyladır.

 

Bizler kesin olarak biliyoruz ki, bir iş için evlerin dışına çıkan bir kimse, yalnızca bununla ne sözlükte, ne de şeriate göre yolcu olmamaktadır. Yine şunu biliyoruz ki, şayet üç gün yolcu olarak yürüyecek olursa, böyle bir kimse de kat'i olarak yolcudur. Bizler, bir gün bir gece süreyle yol yürüyene de yolcu diyoruz. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, beraberinde kendisine mahrem olan bir kişi bulunmaksızın bir günlük mesafeye yolculuk yapması helal değildir." İşte sahih olan da budur. Çünkü bu, iki halin ortasıdır ve Malik de görüşüne bunu esas almıştır. Şu kadar varki, bu hadisin rivayetinde ittifak bulunmamaktadır. Çünkü bir seferinde "bir gün bir gece" diye rivayet edildiği gibi, "üç gün" diye de rivayet edilmiştir. Bu husus Abdullah b. Ömer'e sorulunca, o da Hz. Peygamber'in uygulamasını esas almıştır. O bakımdan (İbn Ömer) Ri'm denilen yere kadar yolculuk yapacak olursa namazını kasr ederdi. Burası ise dört beridlik bir mesafedir. Zira İbn Ömer, Peygamber (s.a.v.)'a pek çok uyan bir kişi idi.

 

Başkaları ise şöyle demiştir: Namazın kısaltılması yükümlülüğü hafifletmek için meşru kılınmıştır. Ve namaz, çoğunlukla meşakkatin söz konusu olduğu uzun bir yolculukta kasredilir. Böylelikle Malik, Şafii ve arkadaşları ile elLeys, Evzai, hadis ashabının fukahası olan Ahmed, İshak ve başkaları tam bir günü nazar-ı itibara almışlardır. Malik'in "bir gün bir gece ifadesi" de tam bir güne racidir. Çünkü o, "bir gün bir gecelik mesafe" ile bütün gündüzü ve bütün geceyi yol almakla geçirmesini kast etmemiştir. O, bununla aile halkından uzak bir yerde geceyi geçirmeyi, geceyi geçirmek üzere, onlara dönmek imkanını bulamayacağı bir yolculuğu kast etmiştir. Buhari'de de şöyle denilmektedir: İbn Ömer ve İbn Abbas, dört beridlik bir mesafe yolculukta, hem oruç açarlar hem de namazlarını kısaltırlardı. Dört berid ise onaltı fersahtır. Malik'in kabul ettiği görüş de budur.

 

Şafii ve Taberi ise: Bu kırkaltı millik bir mesafedir, demişlerdir. Yine Malik'ten el- Utbiyye'de kırkbeş millik bir yere çıkan kişi hakkında namazını kasreder dediği nakledilmiştir ki, bunlar birbirlerine yakın ifadelerdir. Yine Malik'ten değişik kitaplarda şöyle dediği nakledilmektedir: Otuzaltı millik bir yolculukta namazını kasreder. Bu da yaklaşık bir gün bir gecelik yolculuktur. Yahya b. Ömer der ki: Mutlaka uzak bir yere gidecekse kasreder. İbnü'lHakem ise, vakit içerisinde ... (Kurtubi'nin bütün asıl nüshalarında burda ifade bu kadardır. Arapça baskıyı hazırlayanın notu) demektedir.

Küfeliler ise şöyle demişlerdir: üç günlük yolculuktan daha aşağı bir mesafede namazını kasr etmez. Bu, Hz. Osman'ın, Abdullah b. Mesud'un ve Huzeyfe'nin görüşüdür. Buhari'nin Sahih'inde İbn Ömer'den, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kadın, beraberinde mahremi bulunmadığı sürece, üç günlük bir yola tek başına yolculuk yapamaz." 

 

Ebu Hanife der ki: Deve yürüyüşü ve piyade yürüyüşü ile geceli gündüzlü üç günlük süredir.

 

el-Hasen ve ez-Zühri der ki: Namaz iki günlük bir mesafe yolculukta kasr edilir. Bu görüş Malik'ten de rivayet edildiği gibi, Ebu Said el-Hudri bunu, Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet etmiştir. Buna göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın, beraberinde kocası veya mahremi bulunmadığı sürece, iki günlük bir mesafeye tek başına yolculuk yapamaz." İbn Ömer ise, otuz millik bir mesafede namazı kısalttığı gibi, Enes de onbeş millik bir mesafede namazı kısaltmıştır. el-Evzai der ki: İlim adamları namazı kısaltmak hususunda genel olarak tam bir günü ölçü kabul etmişlerdir. Biz de bunu kabul ediyoruz.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Görüldüğü gibi bu konudaki merfu' rivayetler lafızları itibariyle muzdariptir. Bana göre -ki, doğruyu en iyi bilen Allah'tır- bunların ortak noktası ve özeti şudur: Bu mesafeler soranların sorularına cevap olmak üzere verilmiştir. O bakımdan, herkes işittiği sözün anlamını hadis diye rivayet etmiştir. Adeta herhangi bir zamanda Hz. Peygambere: Kadın mahremi bulunmaksızın bir günlük mesafeye yolculuk yapar mı diye sorulmuş, o da: Hayır diye cevap vermiş, bir başka vakit: Kadın, mahre mi bulunmaksızın iki günlük bir mesafeye yolculuk yapar mı diye sorulmuş, O, yine: Hayır demiş, bir başkası da ona: Kadın, beraberinde mahremi bulunmaksızın üç günlük mesafeye yolculuk yapar mı? diye sormuş, yine: Hayır buyurmuştur. İşte rivayet edilen şekliyle gece ve berid tabirlerinin anlamı da bu olmalıdır. Böylelikle herkes işittiği anlama göre rivayette bulunmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Zahirleri itibariyle farklı olsa dahi, bu konudaki rivayetlerin ihtiva ettiği anlamın ortak noktası şöylece bulunabilir: Kadın için fitneden korkulan herhangi bir yolculuğa mahremsiz çıkması kadına yasaktır. Bu yolculuk ister uzun, ister kısa olsun farketmez. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

3- Namazın Kısaltılabileceği Yolculuğun Türü ve Mahiyeti:

 

Namazın kısaltılabileceği yolculuğun türü hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Herkes, cihad, hac, umre ve bu kabilden olan sılayı rahim ve birisini ölümden kurtarmak kastıyla yapılacak yolculuklarda namazın kasr edileceğini icma ile kabul etmiştir. Bunun dışındaki sebeplere dayalı yolculuklarda ise ihtilaf edilmiştir.

 

Cumhur, ticaret ve buna benzer mübah yolculuklarda namazı kısaltmanın caiz olduğunu kabul etmektedir. İbn Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Namaz, ancak hac veya cihatta kasr edilir. Ata ise şöyle demiştir: Namaz, ancak itaat ve hayır yollarından herhangi bir yolda yapılan yolculukta kısaltılabilir. Yine ondan, cumhurun görüşü gibi, mübah bütün yollarda kasr edilir, dediği de rivayet edilmiştir. Malik ise şöyle demektedir: Maişetini sağlamak için değil de, hoşça vakit geçirmek kastıyla avlanmak için yahut da yine hoşça vakit geçirmek ve zevk almak kastıyla bir beldeyi görmek için Çıkacak olursa namazını kasr etmez. İlim adamlarının çoğunluğu (cumhur), masiyet için yapılan yolculukta kasır olmayacağını kabul etmektedirler. Bağy (meşru halifeye karşı isyan eden), yol kesen ve bu kabilden olanlar gibi.

 

Ebu Hanife ve Evzai'den ise, bütün bu hallerde namazı kasr etmenin mübah olduğu rivayeti vardır. Malik'ten de bu rivayet gelmiştir. Bu görüşler daha önce Bakara Suresi'nde (183-184. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bu hususta Ahmed'den ise farklı görüşler gelmiştir. Bir seferinde cumhurun görüşünü belirttiği gibi, bir seferinde ise, hac veya umre dışında namazını kısaltmaz dediği nakledilmiştir.

 

Sahih görüş, cumhurun görüşüdür. Çünkü namazın kısaltılması, karşı karşıya kalınan sıkıntılar dolayısıyla yolcunun yükünü hafifletmek ve yapmak istediği caiz hususlarda ona yardımcı olmak içindir. Bu hususta bütün yolculuklar birbirine eşittir. Çünkü Yüce Allah: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman ... üzerinize bir vebal yoktur" yani günah yoktur diye buyurmakta, sonra da; "namazı kısaltmanızda" diye buyurarak umumi bir ifade kullanmaktadır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Allah'ın hayırlı kulları, yolculuk yaptıkları takdirde namazlarını kısaltan ve oruçlarını açanlardır." eş-Şa'bi de şöyle demektedir: "Şüphesiz Yüce Allah, azimet buyruklarıyla amel edilmesini sevdiği gibi, verdiği ruhsatlar ile de amel edilmesini sever."

 

Masiyet kastı ile yapılan yolculukta ise namazı kasr etmek caiz değildir.

 

Çünkü böyle bir şey, Allah'a masiyet yolunda onun için bir yardım olur. Yüce Allah ise: "İyilik yapmak ve takva üzere bulunmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın" (el-Maide, 2) diye buyurmaktadır.

 

4- Namazı Kısaltmaya Ne Zaman Başlanır:

 

Namazı kısaltmaya ne zamandan itibaren başlanacağı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Cumhurun görüşüne göre yolcu, kasabasının evlerinden dışarıya çıkmadıkça namazını kısaltamaz. İşte o vakit yeryüzünde yolculuğa çıkmış olur. Bu, Malik'in el-Müdevvene'deki görüşüdür. Malik, yakınlık ile ilgili herhangi bir mesafe tesbit etmiş değildir. Malik'ten rivayet edildiğine göre, eğer kasaba, ahalisini toplu olarak barındıran bir kasaba ise, o kasaba halkı oradan üç millik bir mesafe kadar uzaklaşmadıkça namazlarını kısaltmaya başlamazlar. Dönüşte de bu kadarlık bir mesafe kalıncaya kadar (namazlarını kasr ederler). Eğer kasaba, ahalisinin toplu olarak barındığı bir yer değilse, kasabanın bahçe ve bostanlarını aştıktan itibaren namazlarını kısaltırlar.

el-Haris b. Ebi Rebia'dan, yola çıkmak istediği takdirde beraberindekilere evinde iki rekat namaz kıldırırdı. Bunlar arasında el-Esved b. Yezid ile Abdullah b. Mes'ud'un arkadaşlarından birden çok kişi de bulunurdu. Ata b. Ebi Rebah ile Süleyman b. Musa da böyle demiştir.

 

Derim ki: Buna göre, ayet-i kerimedeki: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman" buyruğu, yeryüzünde yolculuk yapmaya azmettiğiniz, karar verdiğiniz zaman demek olur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Mücahid'den de: Yolcu, yola koyulduğu ilk gün akşam oluncaya kadar namazını kısaltmaz, dediği rivayet edilmiştir. Ancak bu şaz bir görüştür. Enes b. Malik yoluyla gelen hadiste sabit olduğuna göre, Resulullah (s.a.v.), öğle namazını Medine'de dört rekat, ikindi namazını da Zülhuleyfe'de iki rekat olarak kılmıştır. Bu hadisi hadis imamları rivayet etmiştir. Zü'l-Huleyfe ile Medine arasında ise, altı veya yedi mil kadarlık bir mesafe vardır.

 

5- Namazı Kısaltmaya Niyet Etmek:

 

Yolcunun iftitah tekbirini getirdiği andan itibaren namazı kısaltmayı niyet etmesi gerekir.

Şayet namazı kısaltmak niyetiyle namaza başlar, sonra da namaz esnasında ikamete karar verecek olursa, o namazını nafile kılar. Eğer niyet ettiği namazdan bir rekat kıldıktan sonra böyle bir niyete sahip olursa, ona bir rekat daha ilave eder, selam verir, sonra da mukim gibi namaz kılar. el-Ebherı ve İbnü'l-Cellab der ki: Bu -doğrusunu en iyi bilen Allahtır- müstehabtır. Eğer bundan sonra namazını devam ettirir ve tamamlayacak olursa, bu namazı yeterli olur. Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Bence bu, ikisinin (el-Ebherı ve İbnü'l-Cellab'ın) dediği gibidir. Çünkü kıldığı bu namaz öğlen namazıdır. İster seferi namazı olsun, ister mukim namazı olsun, diğer beş vakit namaz da böyledir.

 

6- Yolcu Ne Kadarlık Süreye İkameti Niyet Ederse Namazını Tam Kılar:

 

İlim adamları bu kabilden olmak üzere yolcunun, ne kadarlık bir süre ikamete niyet edecek olursa, namazını tamam kılacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Malik, Şafii, el-Leys b. Sa'd, et-Taberı ve Ebu Sevr derler ki: Dört gün ikameti niyet edecek olursa namazını tam kılar. Bu Said b. el-Müseyyeb'den de rivayet edilmiştir. Ebu Hanife, arkadaşları ve es-Sevri derler ki: Onbeş gün ikameti niyet edecek olursa namazını tam kılar. Daha az bir süre kalacağını niyet ederse namazını kısaltır. Aynı zamanda bu İbn Ömer ve İbn Abbas'ın görüşüdür. Tahavi'nin naklettiğine göre, ashab-ı kiram arasından bu hususta onlara muhalefet eden kimse yoktur.

 

Bu görüş Said (b. el-Müseyyeb)'den de rivayet edilmiştir. Ahmed der ki: Yolcu, yirmibir farz namaz kılacak kadar bir süre kalmaya karar verirse, namazlarını kısaltır. Şayet daha fazla kalmayı kararlaştıracak olursa, namazlarını tam kılar. Davud (ez-Zahiri) da bu görüştedir. Sahih olan Malik'in dediği dir. İbnü'l-Hadrami'nin Peygamber (s.a.v.)'dan rivayetine göre Hz. Peygamber, muhacir olana hac ibadetini tamamlamasından sonra üç gün Mekke'de ikamet etmesini, ondan sonra da oradan gitmesini kararlaştırmıştır. Bunu Tahavı, İbn Mace ve başkaları rivayet etmiştir.

 

Bilindiği gibi hicret, Mekke'nin fethinden önce farz oluduğu sırada Mekke'de ikamet etmek caiz değildi.

 

Peygamber (s.a.v.), böylelikle ihtiyaçlarını karşılamak ve yolculuk içın gerekli hazırlıkları yapmak için muhacir olana üç günlük bir süre tanımış ve böyle bir durumda Mekke için ikamette bulunulacak yer hükmünü vermediği gibi, orada kalmayı da ikamet hükmünde görmemiştir. Bu durumda orada kalacak kimse hakkında da yolcu hükmünü olduğu gibi bırakmış, dördüncü gün de orda kalmasını yasaklamıştır. (Dördüncü gün kaldığı takdirde) onun hakkında mukim hükmünü vermiştir.

 

O bakımdan bu itimat olunması gereken asli bir delil olmaktadır. Resulullah (s.a.v.)'ın hadisi gereğince Ömer (r.a)'ın yahudileri, sürgüne gönderdiği sırada uygulaması da bunu andırmaktadır. İhtiyaçlarını karşılamak üzere onlara üç gün ikamet hakkı tesbit etmişti.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Maliki mezhebine mensub ileri gelen ilim adamlarından birisini de şöyle derken dinledim: üç günün ikamet hükmü dışında görülmesinin sebebi, Yüce Allah'ın üzerlerine azabı indirip dünyadan ayrılmaları kesinleşmiş bulunan kimselere bu kadarlık bir süreyi tanımış olmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Evlerinizde üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalanı olmayan bir tehdittir." (Hud, 65)

 

Bu mesele ile ilgili bunlardan ayrı bir görüş daha vardır ki, o da şudur: Yolcu, vatanına dönünceye veya kendisine ait bir vatanda konaklayıncaya kadar yolcu kaldığı sürece namazını kısaltmaya devam eder.

 

Rivayet olunduğuna göre Enes (r.a), Nişabur'da iki yıl kadar namazını kısaltarak kalmaya devam etmiştir. Ebu Midez der ki: İbn Ömer'e şöyle dedim:

 

Medine'ye geliyorum ve bir ihtiyacımı karşılamak kastıyla burada yedi ay, sekiz ay kaldığım oluyor. İbn Ömer: İki rekat olarak namaz kıl, dedi.

 

Ebu İshak es-Sebil der ki: Beraberimizde İbn Mesud'un arkadaşlarından bazıları bulunduğu halde Sicistan'da iki yıl süreyle kaldık ve hep ,(dört rekatli farz namazları) iki rekat olarak kıldık. İbn Ömer de Azerbeycan'da kaldığı süre boyunca (dört rekatli namazları) ikişer ikişer kılıyordu. Bu sıralarda geri dönmelerine yağan karlar engel olmuştu.

 

Ebu Ömer der ki: Bize göre bu rivayetler şu şekilde yorumlanır: Bu kadar süre kalanlardan hiçbir kimsenin belli bir niyeti yoktu. Bunun misali, kişinin bugün gidebilirim, yarın gidebilirim demesidir. Böyle bir durum olduğu takdirde ise, ikamet kararı burada yok demektir.

 

7- Hz. Aişe İle Hz. Osman'ın Seferde Kasr Etmeyip namazlarını Tam Kılmalarının Sebepleri:

 

Müslim, Urve'den, o, Hz. Aişe'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yüce Allah namazı farz kıldığında iki rekat olarak farz kıldı. Sonra ikamet halinde (dörde) tamamladı. Yolculuk namazı da ilk farz kılındığı şekilde kaldı. ez-Zührı der ki: Ben, Urve'ye: Peki, Aişe ne diye yolculukta namazını tamamlamaktadır diye sordum, o da: Osman'ın yaptığı te'vilin aynısını kendisi de yaptı, dedi.

 

Şu kadar varki, bu kapsamlı bir cevap değildir. Çünkü, ilim adamları Hz. Osman ile Hz. Aişe'nin (yolculuk halinde iken) namazlarını tamam kılma sebeplerini farklı şekillerde açıklamışlardır. Ma'mer, ez-Zühri'den şöyle dediğini nakletmektedir: Osman (r.a)'ın Mina'da namazını dört rekat olarak kılmasının sebebi, hacdan sonra ikameti niyet etmiş olmasıdır. Muğire'nin İbrahim'den rivayetine göre Hz. Osman orayı vatan edindiğinden dolayı dört rekat kılmıştır.

 

Yunus da ez-Zühri'den şöyle dediğini nakletmektedir: Hz. Osman, Taif'de birtakım mallar edinip orada ikamet etmek isteyince namazını dört rekat olarak kıldı. Dedi ki: Sonra da daha sonra gelen imamlar (yöneticiler) bu şekilde uygulamayı sürdürdüler. Eyyub da ez-Zühri'den naklen şöyle demektedir: Osman'ın Mina'da namazını tam kılması, bedevi araplardan ötürüdür. Çünkü o sene bedevi araplar sayıca çoktular. Cemaate namazın asıl itibariyle dört rekat oldugunu öğretmek için onlara dört rekat olarak namaz kıldırdı. Bütün bu görüşleri Ebu Davud Musannef'inde (Sünenin'de) Kitabü'l-Menasik (hac bahsi)'nin Mina'da namaz bölümünde zikretmiştir.

 

Ebu Ömer de et-Temhidadlı eserinde şunu nakletmektedir: İbn Cüreyc dedi ki: Bana ulaştığına göre Osman'ın Mina'da (farzı) dört rekat olarak kıldırması, bir bedevi arabın Mina'daki Hayf mescidinde kalkıp ona şöyle seslenmesinden ötürü idi: Ey mü'minlerin emiri, geçen sene seni gördüğümden beri ben hala bu namazı ikişer rekat olarak kılmaya devam ediyorum. Bunun üzerine Hz. Osman, cahil insanların namazın ikişer rekat olduğunu zannetme sinden korktu. (Bunun için namazı dört rekat olarak kıldı). İbn Cüreyc der ki: Ve Hz. Osman yalnızca Mina'da tam olarak kılmıştı.

 

Ebu Ömerder ki: Hz. Aişe'nin namazını tamam kılmasına dair açıklamalara gelince, bu hususta bizzat ondan rivayet edilen herhangi bir açıklama yoktur. Bütün bu açıklamalar beraberinde delil bulunmayan bir takım zan ve tevillerden ibarettir. Bu hususta söylenen en zayıf görüş şudur: O, mü'minlerin annesidir. İnsanlar da nerede olurlarsa olsunlar onun çocuklarıdır. Çocuklarının evi de kendisinin evidir. Peki onun mü'minlerin annesi olmasının mü'minlerin babası olan Peygamber (s.a.v.)'ın zevcesi oluşundan başka bir sebebe dayanıyor mu? Yolculuklarında, gazalarında, hac ve umrelerinde namazı kasr etmeyi sünnetiyle gösteren o değil midir.

 

Diğer taraftan Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde ve Mushaf'ında (bu hususu belirleyen Ahzab Süresi'nin altıncı ayet-i kerimesi) şöyledir: "Peygamber mü'minlere öz canlarından daha yakındır. Onun zevceleri de analarıdır." (el-Ahzab, 6) O da kendilerine bir babadır. Mücahid de Yüce Allah'ın (Hz. Lut'un söylediğini naklettiği): "İşte bunlar benim kızlarımdır. Bunlar sizin için daha bir temizdir" (Hüd, 78) ayetiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: Gösterdiği kadınlar, kızları değildi. ümmetinin hanımları idi. Her bir peygamber ise ümmetinin babasıdır.

 

Derim ki: Şu kadar var ki buna, Peygamber (s.a.v.)'in müşerri (şeriat koyucu) olduğu, kendisinin ise, böyle olmadığı, o bakımdan fark bulunduğu belirtilerek buna itiraz olunmuştur.

 

Bu görüşten de daha zayıf şöyle diyenlerin görüşüdür: Aişe namazını tamam kıldığı hallerde caiz olan bir yolculukta bulunmuyordu. Bu ise, kat'i olarak batıl bir iddiadır. Çünkü Hz. Aişe, Allah'ın razı olmayacağı bir yolculuğa çıkmayacak kadar Allah'tan korkan ve takva sahibi olan bir annemizdi. Onun aleyhindeki bu yorum, bid'atçi şianın yalanlarından ve onların çirkin iftiralarındandır. Seni tenzih ederiz Rabbimiz. Şüphesizki bu, çok büyük bir iftiradır. Aksine Aişe (r.anha) fitne ateşini söndürmek amacıyla kendi görüşüyle ictihad ederek ve Allah'tan ecrini bekleyerek çıkmıştı. Çünkü o, herkesten çok kendisinden haya edilmeye layık olandı. Ancak, işleri kontrol etmek imkanını bulamadı. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle ileride gelecektir.

 

Bu konudaki bir diğer görüş de şöyledir: Hz. Aişe'nin namazını tamam kılmasının sebebi, namazı kısaltmanın yalnızca hac, umre ve savaşta olduğu görüşünde olduğundan dolayıydı. Ancak bu, batıl bir görüştür. Çünkü ondan böyle bir şey nakledilmediği gibi, Hz. Aişe'nin görüşleri arasında da böyle bir şey bilinmemektedir. Diğer taraftan, Hz. Ali'nin üzerine gittiği yolculuğunda (Cemel vakasında) namazını tam kılmıştır.

 

Namazını kısaltması ve tam kılması ile ilgili olarak söylenen görüşlerin en iyisi şudur: Hz. Aişe, Yüce Allah'ın konu ile ilgili ruhsatı ile amel etmiştir. O, böylelikle insanlara namazı tam kılmakta -başka türlüsü daha faziletlisi olsa dahi- bir vebal olmadığını göstermek istemişti.

 

Ata şöyle demiştir: (Yolculukta) namazı kısaltmak sünnettir ve ruhsattır. Hz.

Aişe'den Resulullah (s.a.v.)'ın yolculuk esnasında oruç da tuttuğunu, oruç da açtığını, namazını tam da kıldığını, kasr da ettiğini rivayet eden de odur. Bunu Talha b. Ömer rivayet etmiş ve ondan şöyle dediğini nakletmiştir: İşte Resulullah (s.a.v.) bütün bunları yapıyordu. O, (yolcu iken) oruç ta tutmuştur, orucunu açmıştır da. Namazını da hem kısa kılmış, hem tamam kılmıştır.

 

Nesai'nin sahih bir senetle rivayetine göre, Hz. Aişe, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte Medine'den Mekke'ye Umre yapmak üzere yola koyulmuştur. Mekke'ye vardığında şöyle dedi: Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, sen namazı kısalttın ben tamam kıldım, sen orucunu açtın ben oruç tuttum. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Güzel yaptın ey Aişe" dedi ve böyle yaptığımdan dolayı beni ayıplamadı.

 

İşte her iki kelimede de (kasr ettin, ben tamam kıldım, sen oruç açtın, ben oruç tuttum, anlamlarını ifade eden: (...) kelimelerini kastediyor) birinci "te"ler üstün ve ikinci "te" ler ise, her iki kelimede de ötrelidir.

 

Darakutni de Aişe (r.anha)'dan Peygamber (s.a.v.)'ın yolculuk esnasında namazını kimi zaman kasr ettiğini, kimi zaman tamam kıldığını, kimi zaman oruç açıp, kimi zaman oruç tuttuğunu rivayet etmektedir. Darakutni der ki: Bu hadisin isnadı sahihtir. (Darakutni, II, 189)

 

8- Kasr'ın Mahiyeti ve Sünnetteki Uygulamaları:

 

"Namazıkısaltmanızda" buyruğunda yer alan (...) edatı nasb mahallindedir. (...) Kısaltmanızda anlamındadır. Ebu Ubeyd der ki: Kasr etmek kelimesi üç türlü kullanılır: (...) Namazı kasr ettim, kısalttım.

 

İlim adamları kasr'ın mahiyeti ve açıklanması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir gurup ilim adamı, kasr'ın korku halinde olsun, sair hallerde olsun, dört rekatlik namazın iki rekat olarak kılınmasıdır. Buna gerekçe olarak da ileride geleceği üzere Ya'la b. Umeyye yoluyla gelen hadisi gösterirler. Başkaları ise şöyle demektedir: Kasr etmek, iki rekatı tek rekat olarak kılmaktır. Yolculuk halinde iki rekat kılmak (kasr değil) namazı tamam kılmaktır. Nitekim Hz. Ömer de böyle demiştir: (Seferde kılınan iki rekat) kasr değil, tamamdır. Onun kasr edilmesi ise, tek rekat olarak kılınmasıdır.

 

es-Süddi der ki: Yolculuk halinde iki rekat namaZ kılacak olursan bu tamdır. Kasr ise, ancak korku halinde helal olur. Buna göre bu ayet-i kerime korku halinde her bir kesimin tek bir rekat kılarak daha fazla kılmamasını mübah kılmaktadır. İmam ise, iki rekat kılmış olur. Buna benzer bir rivayet, İbn Ömer, Cabir b. Abdullah ve Ka'b'dan da rivayet edilmiştir.

 

Ayrıca bunu, Huzeyfe, Taberistan'da uygulamıştır. Kumandan Said b. elAs da bu uygulamasının sebebini ona sormuştu. İbn Abbas da Peygamber (s.a.v.)'ın Zukkared gazvesinde (ordunun ikiye bölünmüş) her bir kesimine tek bir rekat kıldırdığını ve bunların sonradan (bir rekatı) kaza etmediklerini rivayet etmektedir. Cabir b. Abdullah da Peygamber (s.a.v.)'ın Muharip Hasafe ve Benu Sa'lebe günü, ashabına bu şekilde namaz kıldırdığını rivayet etmektedir. Yine Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.v.)'ın Dacanan ile Usfan arasında bu şekilde namaz kıldığını rivayet etmektedir. 

 

Derim ki: Müslim'in Sahih'inde İbn Abbas'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Allah, namazı Peygamberiniz (Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun) dili ile ikamet halinde dört rekat, yolculuk halinde iki rekat, korku halinde de tek rekat olarak farz kılmıştır. 

 

Bu rivayet, bu görüşü desteklemekte ve güçlendirmektedir. Şu kadar varki, Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi, el-Kab es adlı kitabında şunu nakletmektedir:

 

İlim adamlarımız (Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun) der ki: Bu hadis icma ile merduttur.

Derim ki: Böyle bir iddia sahih olamaz. Çünkü kendisi de, başkaları da bu konudaki görüş ayrılığını ve anlaşmazlıkları nakletmiş bulunmaktadır. O bakımdan iddia ettikleri icma sahih değildir. Başarı Allah'tandır.

 

Hanefi mezhebine mensub Ebu Bekr er-Razi (el-Cesas) "Ahkamu'l-Kur'an" adlı eserinde burada kasr'dan maksat, namazın niteliklerinde rüku ve sücudu terk ederek ima ile kılmak, kıyamı terk ederek rüku ile yetinmektir.

 

Başkaları da şöyle demektedir: Bu ayet-i Kerime, göğüs göğüse kılıçla çarpışma halinde ve savaşın kızıştığı demlerde namazın sınırları ve belli şekillerinde kasr etmeyi mübah kılmaktadır. Bu durumda olan kimselere başı ile imada bulunarak namaz kılmasını ve yöneldiği yer neresi olursa olsun tek bir rekat ve hatta bir tek tekbir dahi olsa namaz kılmasını mübah kılmaktadır. Nitekim, el-Bakara Suresi'nde (239. ayet, 1-6. başlıklarda) geçmişti. Taberi bu görüşü tercih eder ve şöyle der: Bu da Yüce Allah'ın: "Artık tam bir huzur ve güvene kavuşunca da namazı dosdoğru kılın" (en-Nisa, 103) buyruğuna uygun düşmektedir. Yani, o takdirde namazı eksiksiz olarak, bütün hudud ve şekilleriyle eda edin, demektir.

 

Derim ki: Bu üç görüş de mana itibariyle birbirine yakındır ve yolcu hakkında farz olanın namazını kısaltmak olduğu, onun namazın ancak iki rekat olup kasr'ın söz konusu olmadığı esasına dayalıdır. Azimet hakkında ise, "vebal yoktur" tabiri kullanılmadığı gibi, iki rekat olarak teşri olunan şey hakkında da o kasu"dır da denilemez. Nitekim sabah namazı hakkında da bu söylenemez.

 

Şanı Yüce Allah, namazı kasr etmeyi de iki şarta bağlı olarak zikretmiştir. Bu iki şartın hakkında muteber olduğu namaz ise korku namazıdır. İşte Ebu Bekr er-Razi'nin Ahkamu'l-Kur'an adlı eserinde zikredip delil olarak ileri sürdüğü budur. Şu kadar var ki, Yüce Allah'ın izniyle biraz sonra geleceği üzere Ya'la b. Umeyye yoluyla rivayet edilen hadis ile onun bu görüşü red olunmuştur.

 

9- Korku Halinde Namaz:

 

Yüce Allah'ın: "Korkarsanız" buyruğu, çoğunlukla rastlanılan hale binaen ifade edilmiştir.

Çünkü, yolculuk halinde müslümanlar, çoğunlukla korku ile karşı karşıya bulunuyorlardı. İşte bundan dolayı Ya'la b. Umeyye şöyle demiştir:

 

Ömer'e: Güvenliğe kavuşmuş olduğumuz halde niye namazı hala kısaltıyoruz? dedim, Ömer şöyle dedi: Senin hayret ettiğin şeye ben de hayret ettim ve bu hususta Resulullah (s.a.v.)'e soru sordum, şöyle buyurdu: "Bu, Allah'ın size kendisiyle tasaddukta bulunduğu bir sadakadır. Siz de onun sadakasını kabul ediniz."

 

Derim ki: Şafii'nin arkadaşları ve başkaları, Hanefilere karşı Ya'la b.

Umeyye'nin bu hadisini delil göstererek şöyle demişlerdir: Ya'la'nın: "Güvenliğe kavuşmuş bulunduğumuz halde ne diye namazımızı kısaltıyoruz?" sorusu, ayet-i kerimenin mefhumunun rekatlerdeki bir kısaltma olduğuna kat'i bir delildir. el-Kiya et-Taberi der ki: Ebu Hanife'nin arkadaşları buna karşılık söz edilmeye değer bir açıklama zikretmemişlerdir.

 

Diğer taraftan korku namazında iki şart itibara alınmaz. Çünkü, yerde yolculuk yapılmazsa ve yolculuk söz konusu olmasa dahi, kafirler bize gelip topraklarımızda bizimle savaşacak olurlarsa yine korku namazı caiz olur. O bakımdan bu açıklamaya göre, her iki şartın varlığına itibar olunmaz.

 

Diğer taraftan Ubeyy'in kıraatinde ise, "korkarsanız" kaydı zikredilmeksizin "kafirler size bir fenalık yapar diye namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur" diye okumuştur.

Onun bu kıraatine göre buyruğun anlamı şöyle olur: Kafirlerin size fenalık yapmasından hoşlanmadığınız için ...

 

Hz. Osman'ın Mushaf'ında ise: "Korkarsanız" kaydı sabittir. Bir topluluk ise, bu ayet-i kerimenin yolculukta düşmandan korkan kimsenin namazı kasr etmesini mübah kıldığı görüşündedir. Emin olanın ise, namazını kasr etmesi sözkonusu değildir.

 

Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre o, yolculukta şöyle dermiş: Namazınızı tamam kılınız. Bu sefer: Resulullah (s.a.v.) namazı kasr ederdi, demeleri üzerine, Aişe şu cevabı vermişti: O, savaş halindeydi ve düşman tehlikesinden korkuyordu. Öyle bir şeyden korkuyor musunuz.

 

Ata der ki: Resulullah (s.a.v.)'ın ashabından Aişe ve Sa'd b. Ebi Vakkas, namazını tamam kıldığı gibi, sonraları Osman da namazını tamam kılmıştır. (Allah hepsinden razı olsun). Fakat, bu görüşler daha önce bir kısmınıkaydetmiş olduğumuz bir takım gerekçelerle izah edilir.

 

Bir diğer topluluk da Yüce Allah'ın namazı kasr etmeyi Kitabında ancak iki şarta bağlı olarak mübah kıldığı görüşündedir: Bu iki şart ise yolculuk ve korkudur. Korku dışındaki hallerde ise, bu mübahlık sünnet ile meşru kılınmıştır. Böyle diyenle'rden birisi de Şafii'dir. Ve bu görüş daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Başka bir topluluk da, Yüce Allah'ın: "Korkarsanız" kaydını önceki buyruklarla muttasıl olmadığı ve ifadenin: "Namazı" buyruğu ile birlikte tamam olduğu görüşündedir.

 

Daha sonra, yeni bir cümleye başlanarak; "Eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız ... " Ey Muhammed, o takdirde onlara korku namazını kıldır, demektir.

 

Yüce Allah'ın: "Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır" buyruğu, mutariza bir ifadedir (ara cümlesidir). Bunu el-Cürcanı söylemiş, el-Mehdevı ve başkaları da bunu zikretmiştir. Ancak, el-Kuşeyrı ile Kadı Ebu Bekr b. el-Arabı bu görüşü reddetmektedir. el-Kuşeyrı Ebu Nasr der ki: Bunu, bu şekilde kabul etmek, çokça zorlanmayı gerektirir. Adam -el-Cürcanı'yi kastediyor- ifade takdirini açıklamak ve benzeri örnekler getirmek için çokça nefes tüketip uzun açıklamalarda bulunsa dahi bu böyledir. İbnü'l-Arabı ise der ki: Bütün bu açıklamalara, Ömer'in de onun oğlunun da, onlarla birlikte Ya'la b. Umeyye'nin de bir ihtiyaçları yoktu.

 

Derim ki: el-Cürcanı'nin görüşü doğrultusunda bir hadis varid olmuştur.

 

Bunu Kadı Ebu'l-Velid b. Rüşd "el-Mukaddimat"ında ve yine İbn Atiyye de Tefsir'inde zikretmişlerdir. Sözkonusu hadisi Ali b. Ebi Talib (r.a)'dan rivayet ederler. Buna göre Hz. Ali şöyle demiş: Ticaretle uğraşan bir topluluk Resulullah (s.a.v.)'e sorarak şöyle demişlerdir: Biz, yeryüzünde yolculuk yapıyoruz, nasıl namaz kılalım? Bunun üzerine Yüce Allah: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur" buyruğunu indirdi. Sonra da ifade burada sona erdi. Bundan bir sene sonra Resulullah (s.a.v.) gazaya çıktı, öğle namazınıkıldı. Müşrikler: Muhammed ve arkadaşları sizlere arkalarını dönerek size (kendilerine) saldırma imkanını vermiş oldular. Niye onlara bir baskın düzenlemediniz? Onlardan birisi şöyle dedi: Bunların bunun akabinde kılacakları bir namazları daha vardır. Bunun üzerine Yüce Allah, iki namaz vakti arasında: "Eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız" buyruğunu korku, namazı ile ilgili buyrukların sonuna kadar indirdi.

 

Eğer bu haber sahih ise, bununla beraber kimsenin söyleyecek bir sözü kalmaz ve korku hali dışında da namazı kasretmeyenin delilinin Kur'an-ı Kerimde de bulunduğunu ifade eder.

 

ibn Abbas'tan da buna benzer bir rivayet nakledilmiştir. O, der ki: Yüce Allah'ın: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur" buyruğu, yolculukta namaz kılma hakkında nazil olmuştur. Daha sonra ise: "Eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız" buyruğu ise, korku hali hakkında ve ondan bir sene sonra nazil olmuştur. Buna göre, ayet-i kerime, iki meseleyi ve iki hükmü birlikte ihtiva etmektedir. Çünkü Yüce Allah'ın: "Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazı kısaltmanızda üzerinize bir vebal yoktur" buyruğu ile yolculuk hali kastedilmektedir ve burada ifade tamam olmaktadır. Bundan sonra ise, bir diğer farzı sözkonusu etmeye başlamakta ve bunun şartını öne almaktadır. ifadenin takdiri ise şöyle olur: Eğer kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız ve sen de onlar arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığında ... Bu buyrukta ise "vav" harfi fazladan gelmiştir. Bu şartın cevabı ise, "Bir kısmı seninle birlikte namaza dursun" buyruğudur.

 

Yüce Allah'ın: "Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır" buyruğu ise bir ara cümlesidir.

 

Bir gurup ise, korku halinin sözkonusu edilmesinin sünnet ile nesh olunduğu görüşündedir. Bu ise, Hz. Ömer yoluyla gelen bir hadiste zikredilmektedir. Çünkü o, Peygamber (s.a.v.)'ın kendisine şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bu, Allah'ın size sadaka olarak bağışladığı bir sadakadır. Siz de onun sadakasını kabul ediniz."

 

en-Nehhas der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın namazı kısaltmasını korku hali dışında kabul edip bu haldeki fiilinin ayeti nesh eden bir uygulama olarak değerlendiren yanlışlık yapar. Çünkü, ayet-i kerimede güvenlik halinde namazı kasr etmeyi men eden bir ifade yoktur. Ayet-i kerimede olan, sadece korku halinde namazı kasr etmenin mübah olduğundan ibarettir.

 

10- Düşman Kafirlerin Fitneye Düşürmesi ve Arap Dilinde Fitne Kelimesinin Kullanılışı:

 

Yüce Allah'ın: "Kafirlerin size bir fenalık yapmasından ... " buyruğu ile ilgili olarak, el-Ferra şöyle demektedir: Hicazlılar; "Adamı fitneye düşürdüm (ona fenalık yaptım)", derler.

 

Rabia, Kays ve Esedlilerle bütün Necid halkı ise (...) şeklinde kullanırlar. el-Halil ve Sibeveyh ise, bu iki kullanış arasında fark gözeterek şöyle derler:

 

Birincisi, onda bir fitne bıraktım (yani, bizatihi onun bünyesinde ona kötülük yaptım, anlamındadır.)

 

İkincisi ise, onu fitneye düşmüş halde bıraktım, demektir. el-Esmai ise, ikinci kullanılışın bilinmediğini iddia etmektedir.

 

"Şüphesiz kafirler sizin apaçık düşmanınızdır" buyruğun "düşmanınız'' düşmanlarınızdırlar, anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 102

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR